Monday, December 31, 2012

Mutlu Yıllar

Herkese güzel bir yıl diliyorum.

p.s. Sus bitkileri tanıtım grubu yeni yılımızı kutlamak için bu çiçeği göndermiş, görselimiz de oldu böylece:))

Monday, December 10, 2012

İngiltere ve PhD

Neredeyse iki sene önce yazmışım bu yazıyı. Taslaklarda kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Hem de bir tür zamanda yolculuk yapmışım gibi hissettim:))

Uzun metrajli PhD'miz malumunuz. O nedenle 11 Aralık’ta savunmanın yapılması teklifini aldığımızda bir an bile düşünmedik, ya da sadece bir an düşündük ve evet gidelim dedik. Celal bir hafta on gün önce bir heyetle Ankara’ya gelmişti, sürpriz ziyaret hepimizi fazlasıyla mutlu etmişti ki işte bu haberle sevincimiz katlandı. Celal iznini uzattı ve hazırlıklara başladı, ben de organizasyonu ayarladım: uçak, otel vs. Tabi araya birkaç leisure activity de ekledim ama seyahatteki esas amacım eşime destek vermekti. 9’u öğlen saatlerinde Londra Stansted Havaalanına indik. Havaalanından çıkıp Londra merkeze giden Stansted Express trenine bindiğimiz sıralardaki duygularımızı ifade etmek güç. Memlekete dönmüş gibi olduk. Ve hatta böyle hissetmekten biraz rahatsız olduk. Ama gerçek buydu işte. Yaklaşık dört yıl yaşadığımız bu ülkeye tekrar gelmek, eski bir dostla ansızın karşılaşmak ve bir anda tüm hatıraların akla gelmesi gibi oldu. Trende dümdüz ovaların, küçük İngiliz tipi evlerin önümüzden geçip gitmesini izlerken treni servis görevlisi gelip ‘refreshment’ isteyip istemediğimizi sordu, çay ve muffin aldık, çocuğun güleryüzlülüğü, yaptığımız esprilere yine espri ile cevap vermesi çok hoşumuza gitti ve ikimizde aynı anda işte asıl özlediğimiz bu dedik. Bir şekilde hayatına dokunan insanlardan minimum beklediğin şey sana Güleryüz göstermeleri değil miydi? Sonuna merkeze ulaştık. İlk önce Oxford Street’e gittik. Oxford Street her zamanki gibi ışıklı ve kalabalıktı. Marks and Spencer’ın kafesinde oturduk biraz. Yine insanların birbirlerine güleryüz göstermeleri ama hiç rahatsız etmemeleri dikkatimizi çekti. Orada Zeynep’le konuştuk. Zeynep benim işyerinden arkadaşım, Londra’da görevli şimdi. Akşam ona veya bir diğer arkadaşın ailesine gitmeyi düşünmüştük. Sonunda Zeynep’e gidelim onu görelim dedik. Gitmeden bir de Thames’i kıyısında yürüyelim dedik. Christmas öncesi olduğu için baya kalabalıktı. Her yer ışıklandırılmıştı. Hatta büyük bir panayır kurulmuştu nehrin kenarına. Caroussel’i görünce Kemal burda olsaydı dedim yine. Gerçekten kısa süreli olduğu ve onun favori şehri Nottingham’ı göremeyeceğimiz için Kemal’i götürmedik ama hep andık burada olsa ne mutlu olurdu diye. Thames’da Strada’da yemek yedik. Bekleme kuyruğundaki bir on beş dakikadan sonra tabi.Yemek sonrası bu havada daha fazla dışarda kalmanın doğru olmayacağını düşünüp Zeynep’ten Adres alma vs. sonrasında kendimizi yine London Tube’un labirentlerine attık. Neyse ki kolay bulduk evi. Güzel bir semtte, yüksek tavanlı, sevimli bir evdi arkadaşımızın evi. Ama en sevimlisi oğluydu. Yarı Türkçe yarı İngilizce konuşan bu kuzuya bayıldık. O da Celal amcasına bayıldı. Tabi lunaparkla başlayı uçak olmayla devam eden oyunları etkili oldu bunda. Zeynep çok güzel ev sahipliği yaptı bize. Ertesi gün sabah ayrılırken onları anne-oğul orada bıraktığımıza üzüldük. O gün sabah Celal’in supervisor’ı ile görüşmesi vardı fakat ‘rush hour’a denk geldiğimizden geç kaldık. Sonunda okula ulaştığımızda Celal hocaya yollandı bende Essex’in kantinleriyle hasret giderdim. Görüşmeden sonra otelimize giriş yaptık. Wivenhoe House Oteli daha master yaparken göze koymuş bir gün yine gelirsek burada kalalım demiştim Celal’e. Gerçekten dışardan göründüğü kadar güzel bir otelmiş. Otele yerleştikten sonra geri döndük Celal hocayla ikinci görüşmesini yaptı. Bu görüşmeler savunma için çok faydalı oldu. Özellikle kendine güvenli olması ve structure’ını tartışmaya açmaması konusundaki tavsiyelerinin birebir etkisini gördü. Neyse görüşmeden sonra Colchester city center’a gidip fish&chips yiyelim dedik. Ne yazık ki bizim favori fish&chips mekanımız Debenhams’ın kafe’si kapalıydı. Tabi rotayı direk TK Max’a çevirdik. Bilmeyenler o da bir fish&chips çi diyecekler ama değil olan tamamen ‘big labels small prices’ olayı-ki açlığı bastırıyor bir şekilde, zaten klasik girer girmez dağılalım dedik, ben çok güzel çanta ve ayakkabılar buldum ama sonra şimdi yemek yiyelim, çalışalım, yarın defense’den sonra gelir alırız dedik. Neyse birşeyler atıştırdıktan sonra otele döndük. Zaten ertesi günkü defense stresi tüm ağırlığıyla üstümüze çökmüştü. Sabah otelde güzel bir kahvaltı yaptık ama gerçekten çok güzel bir kahvaltıydı. İnanılmaz güzel bir manzara eşliğinde sıkı bir kahvaltı. Sonra biraz daha çalışma ve sınav yerini bulmak üzere okulla yollanış. İşte ben de asıl stres o sıra başladı. Hani öss’de çocuğunu bekleyen anne-babalar vardır ya artık duygularını gayet iyi anlıyorum. O kapının önünde bittim resmen. Ne oluyor nasıl geçiyor iyi mi yoksa kötü mü diye. Sonunda dayanamayıp dışarı çıktım biraz Waterstones’u (kitapçı) dolaştım ama bir şey anladım diyemem. Geri döndüm bu sefer odayı bulamadım bi türlü, Essex’i bilenler bilir nasıl bir labirent olduğunu okulun. Neyse sonunda bulduğumda sınav başlayalı 2 saati baya geçmişti -ki bu maksimum süreydi. Bi ara kulağımı kapıya dayadım, o arada Celal’in bana karşıdan seslendiğini duydum, meğer 2 saat 15 dakika sonrasında çıkmışlar, içerde hocalar sonucu konuşuyorlarmış. Neyse sonuç pozitif: ‘pass with minor corrections’. Çok sevindik demek azımsamak olur gerçekten çok çok sevindik ve şükrettik bu günleri gördüğümüz için. Celal’in hocası sınav sonrası bir kahve içelim demişti beraber, onunla buluştuk. Dr Demir diye başladı söze o da. Bana ‘he will feel different now, he will realize the thing then, dont make him wander around, put him into bed, he needs to sleep over it’ dedi. Sürecin zorlu olduğunu ama sonucun gurur verici olduğunu söyledi. Biz böyle konuşurken zaman geçmiş tabi. Gittik otelden ayrıldık vs. derken city center’a gittiğimizde TK Max yeni kapanmıştı, şansımıza küsüp bari üçüncü güzergâhımıza gidelim dedik: Braintree Freeport. Braintree Freeport bizim defense ödülümüzdü. Bilenler bilir ama yeni başlayanlar için Braintree Freeport tam bir alışveriş cennetidir. Öyle ki oradan sonra bir Türkiye’de uzun süre alışveriş yapamadım. Aynı hatta daha iyi markaların %80 daha ucuza alınabildiğini bilince alamıyordunuz kısaca. Sonuçta akşam buz gibi bir havada Braintree Freeport Premier Inn Hotel’e giriş yaptık. Buraya kadar eksiksiz işleyen organizasyonum burada kesintiye uğradı çünkü iki otel rezervasyonuna ayın 10’una yapmışım. Tekrar oda ayırttık mecburen. Akşam yemeğini o yakınlarda olan Franky and Benny’s de yiyelim dedik. Restaurant’a varana kadar donduğumuzdan yani ben donduğumuzdan çünkü celal tam anlamıyla kar kıyafetleriyle gelmiş akıllık ederek- bir daha çıkmak sitemedik. Yemekler, çaylar derken, sıcak, çocuklar yok, dolayısıyla erken kalkma endişesi yok, oturduk da oturduk. A bir de o gün arak arakaya doğumgünleri vardı mekanda ‘happy birthday.. congratulations’ müzikleri ardarada çaldı durdu. Biz özellikle congratulations bölümünü kendimize algıladık, böylece doktoranın şerefine de ufak bir kutlama yapmış olduk. Ertesi gün sabah on itibariyle akşam bitiremeyip paket yaptırdığımız margarita pizzamızı çayla kahvaltı niyetine yiyip Freeport’un kapısında bittik. Sonrası malum, ben bu Freeport’a gelip de tamam heryere baktık, şimdi bi oturup da kahve içelim falan dediğimizi hatırlamıyorum zaten, hep mağazalar kapanana kadar koşturur dururuz. Bu sefer bir de erken ayrılmamız gerektiğinden koşturduk işte, ben GAP’in %60 indiriminde oyalandım baya, bir de Clarks’ın çanta bölümünde, Celal kendine pek bi şey almadı, daha çok hediye işlerine verdi kendini. Neyse o akşamki planımız saat 2.5 gibi ordan ayrılıp trenle Colchester’a dönüp orda arkadaşların bir kaç siparişini de alıp Felixstove’daki bir arkadaşımıza uğrayıp oradan da 23.30’da uçmak üzere havaalanına gitmekti. 3.5 gibi ancak gittik istasyona fakat fazlaca boştu istasyon. Sonradan anladık ki o gün buzlanma nedeniyle bir sürü iptal olmuş trenlerde, bir saate yakın tren bekledik ama ne bekleme. Hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum, özellikle ayaklarım buz tuttu resmen. Celal benim titrememden o kadar endişelendi ki bir ara montunu verdi bana. Sonunda tren geldi fakat bir Colchester’a gidersek yetişemiyeceğimizi anladık, dolayısıyla arkadaşla konuşup rotayı Ipswich’e çevirdik, o da bizi ordan arabayla aldı. Eve vardığımızda ayaklarım birer buz kütlesine dönmüştü. Harun-Katy çifti bizi herzamanki misafirperverlikleriyle karşıladı, güzel bir yemek yedik, inanılmaz ama çocuklar da bize piyano, keman ve arp çaldılar. Henüz altı ve sekiz yaşlarındalar bu arada. Neyse biraz ısındıktan cheese and cracker platter eşliğinde çayımızı içip tam kendimize gelmeye başlamıştık ki kalkış zamanı geldi. Havaalanının yolunu tuttuk. Havaalanında kontrollerde biraz sıkıldık, hem yorgunluk hem gereksiz formaliteler. Uçağa binince direk uyuduk ilk birkaç saat. İstanbul’a sabahın beşinde indik, lezzetsiz bir çorba içip, banklarda biraz süründükten sonra da Ankara uçağına bindik. Gider uyuruz derken, dayanamayıp çocukların yanına gittik. Rana kuzu bir mutlu oldu bizi görünce. Evde pervane gibi döndü durdu. Rana ışıklı ve ‘pembe’ spor ayakkabılarını, Kemal Liverpool formasını çok beğendi. Çok şükür bu doktora macerası da böylece sona erdi. Acaba 16-17 Temmuz’da mezuniyete ailecek mi gitsek diye düşünmeye başladık bu arada..

Thursday, November 22, 2012

İzci

Kemal izcilik kulubüne girdi. Her hafta bir ormana gideceğini düşünüyor. Pek mutluyuz:)) Bu da dergisi..

Wednesday, November 21, 2012

Tavsanim

Gecen Pazar Kemalin bir arkadasinin dogumgunu partisi vardı. İncek'te Denizati Pastanesi'nde. Hersey güzeldi de ısıtma sistemi de çalışsaydı daha iyi olurdu. Palyaço da vardı partide ama sekiz yaşındaki cocukların özellikle oğlanların pek ilgisini cekemedi. Daha onuncu dakikada palyaçoyu terkedi bahçeye futbol oynamaya koştular. Peki palyaçodan en cok kim yararlandı dersiniz: tabi ki Rana Hanim.. İki defa pembe balon istedi.. Sonra da yüz boyama yaptırdı. İlk yüz boyamas. Palyaço kız ne istersin üye sorunca tavşan dedi ve o kadar mutlu oldu ki.. Her gördüğü aynada kendine bakıp durdu, bahçede kızlarla zipladi. Ama eve dönüp annem aksam pijamalarını giydirdikten sonra yüzünü silmeye kalkınca olanlar oldu. Tavşanın silindiğini anlayınca nasıl ağladı: 'sen tavşanı sildin ben tavşan olacaktım' diye. Annem de pişman oldu ama is isten gecti. Uyurken bı daha ağladı ananen tavşanı sildi diye. Zannedersem bundan sonraki hayatını tavşan olarak sürdüreceğini düşünüyordu..

Tuesday, November 20, 2012

12 Gül

Celal'le tanışali 12 yıl olmuş.. Yine uzakta yine yakın olma umuduyla..

Thursday, November 08, 2012

Kemal valiz hazırlamaya başladı

Ne zaman gideceğiz diye sorup duruyordu, bende henüz bir sey belli olmadıgı için bir sey diyemiyordum.. Sonunda ben valizimi hazırlayayım gitme vakti olunca hazır olayım dedi..

Wednesday, October 10, 2012

Kemalin Okulları

3 yaşında İngiltere'de başladı Kemal'in okul hayatı.. Sekiz yaşına kadar beş farklı okula gittiğine inanmak zor olsa da gerçek..

2007-2008 University'e of Essex Day Nursery













2008-2010 Broomgrove Infant School














2010-fall Gence International Nursery and Preschool














2010-2011 Old Basford Primary School














2011-2012 Doga  Koleji

Tuesday, October 09, 2012

Hastayim hastasin hasta..

Bu sefer ailecek hastalandık. Önce Rana sonra Kemal sonra Annem ve galiba sırada ben varım.. Ankara'da salgın varmis: kusma ishal. Sulara dikkat edin dedi doktor.

Wednesday, September 26, 2012

Sunday, September 16, 2012

Dejavu

Biz bunu daha önce de yasamıştık.. Bes sene önce.. Kemal'in uç yasına basmasına bir hafta vardı.. Celal İngiltere'ye gidiyordu, doktora oncesi dil kursuna; biz iki buçuk ay sonra gidecektik. Baya kalabalık gitmiştik havaalanına uğurlamaya.. Kemal tam uçuş kapısına gideceksen Celal " baba nereye gidiyorsun?" diye sormuştu tüm safligiyla.. Normal bir soru o veda ortamında bambaşka bir hale getirdi bizi.. Oyle ki hiç birimiz daha başka bir sey diyemedik.. Celal de konuşamadı daha.. Allahismarladik dedi dondü arkasını gitti.. Bugün yine valiz hazırladık.. Artık daha tecrubeliyiz desek de yok.. Yine son dakikaya kadar " ne olacak canım" cıyiz " sayılı gün çabuk gecer" vs.. Hasıli birbirimizi teselli edip dursak da tecrübeyle sabit ki son dakika dağılacağız.. Yalnız cocukları goturmeyecegim bu sefer.. Bu kadar ders almış olayım..

Thursday, September 13, 2012

Tuzu (kuzu)

"Sen annenin kuzususun" diyorum.. "Hayı, men tuzu değilim men Nanayim.." diye cevap veriyor kelimelerin ustune basa basa..

Monday, September 10, 2012

Tatiz

Rana tatiz (sakız) istiyor ve verdigimizi yutuyor, her seferinde "vericem ama yutma tamam mi" dediğimde "pamam (tamam)" diyor, biraz sonraki cümle "bi daha satiz, dolur dolur (nolur nolur)". Yani yine yutmuş!

Sunday, September 09, 2012

Thursday, August 30, 2012

Giderken

Bu aksam bir arkadasımı ve esini uzun bir tayin donemi geçirmek üzere uzak bir ülkeye uğurladık.. Aklıma nerdeyse uç yil önce düğününde evden çıkışı geldi.. Durmuş durmuş o dakika kendimi tutamamistim.. Bugün de elimde arkadaşımın emaneti bonzai ona el sallarken boğazımda bir seyler düğümlendi.. Uc yil once ben bes aylik hamileydim, bugun kizim iki bucuk yasinda.. Uc yil once arkadaşımın babasi kizini yeni bir hayata yolculamanin telasindaydi, bugun aramizda yok.. Dort bes yil sonra ne olur bilmiyorum.. Muhtemelen guzellikler ve acilar ic ice gececek yine..Güle güle git sevgili arkadasım .. Güzel bir sabahta buluşmak dileğiyle..

Thursday, August 16, 2012

When life hands you lemons.. stick them in your San Pellegrino..

Bir ara bloga İngiltere'den özlediklerim listesi yapayım dıyordum basliktaki sözü görünce bugün zamanı gelmiş dedim.. Evet ilk sırada kolilerce aldığımız San Pellegrino geliyor!! Turkiyeye dönüp buradaki uçuk fiyatları görünce beypazarina hızlı bir dönüş yaptık tabi ama bir litrelik pellegrinolardan sonra o minik şişelere alışamadık. Gerçi bizim maden suları çok asitli ancak o kadar icilebiliyor.. Bu arada dünyada en az maden suyu tüketen ülkelerden biriyiz.. Doğal kaynaklarımız böylesine çokken hem de.. İngiltere'de bebek mamalarını bile yariyariya maden suyuyla hazırlamayı tavsiye ediyorlardı.. Gerçi biz yapacağımızı yaptık. Rana hergun kendi deyimiyle juju istiyor şimdi. Suyla karıştırıp veriyoruz.. Annem hamileliğinde o kadar maden suyu icersen olacağı buydu diyor..

Wednesday, August 15, 2012

Baby news

Son gunlerin en iyi haberini not duselim tarihe..Yakın bir arkadaşımın bebisi olacağını öğrendim:) bir süredir bekliyorduk bu haberi ama yine de sürpriz oldu.. Yuzu hep gulsun, bebegine saglikla mutlulukla kavuşsun inşallah..

Thursday, August 09, 2012

Güzel haber

Ne zamandır uzaklarda, guvenligin hic olmadigi bir ulkede gorevde olan bir arkadaşımın tayin yeri değişti bugün.. O mutlu oldu, biz ondan daha mutlu olduk..Avrupa' da bir kapımız daha oldu ayrıca:)

Tuesday, August 07, 2012

Hastalık

Hastalık tuhaf bir şey..O gelince diğer hersey gidiyor, önemini kaybediyor.. İnsan sağlıklı olduğu günlerin kıymetini bilmeli.. Özellikle ivir zivir streslerle yıpratmamali kendini.. (bir haftalık mide sıkıntısı ve sonrasi endoskopi ardından akla gelenler)

Wednesday, August 01, 2012

Thursday, July 26, 2012

Sıcak

Ankara'da hiç böyle bir sıcak görmemiştim..

Friday, July 20, 2012

Kemal sekiz yasında!

Kemal 19 Temmuz 2012 itibariyle sekiz yasında..inanılır gibi değil..

Thursday, July 19, 2012

Zehirlendim!

İran maceramla ilgili su alttaki postu atmışim ya yemekler güzel vs diye.. İste tam o gunün gecesi sabaha karsı mide ağrısı ile uyandım, biraz sonra bulantı başladı, bağırsaklarım da bozulunca vaka tamamlandı: gıda zehirlenmesi. Yine de toplantıya gitmeye çalıştım ama kendimi iyi hissetmeyince beni hasteneye götürdüler. Böylece Tahran hastanesini de gormuş oldum. İki serum ve bir kaç saatlik istirahatın ardından kobilerine yollamadım.. Gece de hiç uyumadan geri donduk.. Uzaklarda hasta olmak gercekten zor.. Önceki post kaybolmuş bir sekilde, iste şöyleydi: Tahran Dün uzun zamandan sonra ilk yurtdisi seyahatine çıktım. Aklım Rana'da kaldı.. Dün gece saat 1.00 itibariyle Tahran'a indik. Uçak inerken insanların geçirdiği degisim ise inanılmaz.. Biz de dahil tabi.. Gece 3.30 gibi misafirhaneye geldik. Enteresan. Ama o kadar yorgunduk ki fazla sorgulamadan uyuduk. Sabah toplantıya gittik. Bütün gün süren bir açılış oturumu oldu.. Yemeklerini çok lezzetli..Köfte ve pilavı bizden güzel yapıyorlar kesin. Naneli ayranları da güzel. Sehir yıpranmış çok.. Yüksek kalın duvarların arkasındaki malikanelerde ve sitelerde farklı bir hayat olduğu belli. Hava 40 derece. Aksam sehir merkezini göreceğiz.

Monday, July 02, 2012

Friday, June 29, 2012

Baby Shower

Dün bir arkadasımıza sürpriz baby shower yaptık.. Kocaman karniyla çok sevimliydi.. Saglikla, kolaylikla kavuşur oğluna inşallah.. Bu da pastası yemeğe kıyamadik resmen..

Tuesday, June 26, 2012

Kemal sünnet oldu!

Kemal 21 Haziran Cuma gunü sünnet oldu. Bu yaz bir sünnet olayından haberdardi ama o gün olacağını sabah söyledik. Operasyon sonrası bize söyle dedi: "eğer bir zaman makinam olsa ve bu sabaha dönseydim bana bugün sünnet olacaksın dediğinizde 'kesinlikle hayır!' derdim". Dün de kendisini doktora götürdük kontrol için doktor kendisinin hala yeni sünnet olmuş gibi yürüdüğünü görünce "eğer şimdi surda koşmazsan seni tekrar sünnet edeceğim" dedi. Kemal'in hic bir sey soylemeden yine aynı adımlarla hemen arkasını dönüp odadan çıkması görülmeye değerdi.. Dışarda bekleyen Batuhan dayısının yanına gitmiş "dayı hemen beni burdan götür bu 'evil' adam beni yine sünnet etmek istiyor" diye:) böyle iste umarım kısa zamanda toparlanır yoksa söylenip duruyor "erkek olmak ne kadar zormus"..

Friday, June 15, 2012

Tatil

Kemal tatile girdi. Karnesi güzel. Arkadaslarından ayrıldığı için hüzünlendi bu defa. Demek ki alışmış diye sevindik bizde. Yalnız sitem dolu kendisi. Kıs boyu arkadaşlarıyla tatil planları yaptılar, ama ne plan, doksan günde altı yere gidiyorlar. Kimine uçakla, kimine jetle. Evet jet, arkadaslarından birinin babası askermis de.. Cocuk bir de gitmiş sormuş babasına baba sizin jetlerden birinialabilir miyiz tatil için diye.. Ertesi gün biraz uzgunlerdi, jet ısinin olamayacağı haberini almışlardı.. Kemal de dayısına izmirde deniz kenarinda işlenmemiş yerler var mı diye soruyordu gecen.. Havaii'de çok varmis ama oraya gidemeyeceklermis.. İzmirde olursa arkadaşlarıyla bir tatil evi yapacaklarmis tahtadan.. Böyle hayaller iste.. Yetişmemiz imkansız görünüyor..

Tuesday, May 29, 2012

Annemmm, cicimmm!

Rana'nin yeni şarkısı.. Mümkünse elinde bir cicekle yüksek bir yere çıkıp söylüyor..ilk defa anneler gunünde Kemal'in define avının sonunda hediyenin bulunduğu anneler gunü sürprizinden sonra yaptı gösterisini. Altta kalmamak amacli..Bir de şarkı bitince eğilip selam veriyor..

Sunday, May 13, 2012

Rana 2 yaşında!! (18 Subat itibariyle, uc ay once yazdigim entry:)



Adı gibi güzel ve iyi huylu kızım, Rana'm iki yaşına bastı,
Bu bıcırık hayatıma girdi gireli kesinlikle daha kaygısız daha mutlu oldum,
Her geçen gün daha çok sevdirdi kendini,
Evet itiraf ediyorum hep bir kızım olmasını istiyordum,
O mağazalardaki kız çocuk reyonlarını henüz kendisi hiç ortada yokken bile geziyordum,
Annelerinin kucağında, parkta şurda burda görüdüğüm kız çocuklarına göz kırpıp duruyordum,
tamam oğlanlara da kırpıyordum ama oğlan sevgisini tatmıştım ne olsa, sıra kızdaydı,
o nedenle belki, o 21 saatlik sancı bile onu öylesine sevmekten bir an olsun alıkoymadı beni,
hani görür görmez vuruldum denir ya, ben de bu meleğe görür görmez vuruldum,
o küçüklüğüne, o kokusuna, o vızıklamasına,
ııı, bu sefer hiç şikayet etmedim yok ağladı, yok durmadı diye,
aman büyüsün, aman yürüsün demedim,
doya doya göreyim dedim ama,
doya doya seveyim,
mümkünse cebime koyup gezdireyim,
işte şimdi,
cıvıl bir şey,
geçen gün ikimiz düştük beraber,
ben ona takıldım,
ikimizi de uçup odanın farklı yerlerinde bulduk kendimizi,
fonda bangır bangır çalan bir Kıraç şarkısı,
elimdeki vazodaki çiçekler etrafa saçılmış,
bir film sahnesi gibi,
celal buldu bizi o halde,
ben kolum fena halde acıdığı halde,
aklım avaz avaz ağlayan Rana'da bir şey oldu diye,
nasıl çarpıyor kalbim,
birşey mi oldu?
elini öyle sallamış anlamsızca,
çıktı mı acaba diyor,
sanki içimden birşey kopuyor,
kendinden nefret hali,
nasıl görmem, nasıl takılırım,
ne oalcak şimdi, ya çıktıysa,
napıcaz şimdi,
kucağıma alıp emzirmeye karar veriyorum,
kesik kesik hıçkırarak emiyor,
korkarak yutuyorum bileğini,
elini hemen orada bulduğum küçük bir fincan veriyorum,
evirip çeviriyor gözlerimin içine baka baka,
'oh' nasıl bir 'oh' hem de,
babamı çağırmışız bu arada hastaneye gidersek Kemale göz kulak olsun diye,
hepimiz oracıkta çöküyoruz yere,
Rana canlanıyor, koşturmaya başlıyor yine,
benim gözümden yaşlar aktı akacak,
nedir bu,
annelik, suçlulukla mutluluğun iç içe geçmiş hali!
Neyse, neden bahsettim bundan şimdi,
İki yaş Rana'yı anlatacaktım halbuki,
Rana,
Güzel bi defa, yani her çocuk annesine güzel,
saçları az, ama hiç kesmedikya, uzadı baya, banyo yaptığında omuzlarından aşağıya dökülüyor bıcırın,
sabahları kalktığında saçlarını iki eliyle arkaya atmasına bitiyoruz,
yanlardan iki kuyruk ya da iki minik topuz yapıyorum saçlarını,
bazen de arkadan at kuyruğu,
taç takmıyoruz henüz,
yatarken de ne var ne yoksa başımzıda çıkarıyoruz,
ve kesinlike çoraplar da çıkacak,
iki çıplak ayak yorganın üstünde anneyle abbanın ortasında yatılacak,
hakeza biri üstünü örtmeye kalkarsa hemen iki bacak bir tekmeyle yeninden yorganın sütüne çıkacak,
otomatik hareketler bunlar,
gecede üç dört kez elle annenin orda olup olamdığı kontrol edilecek,
eğer yoksa hemen oturma pozisyonuna geçilip mızıldanılacak,
gecede bir kaç kez kalkıp yastığın üzerine bu kez diklemesine değil enlemesine yatılıp, kafa annenin burnuna ayak babanın ağzına gelecek şekilde uyunacak,
bu arada abiye hala 'abici' diyoruz,
devamlı abicinin peşindeyiz,
boyle olunca kılıç sallamayı, karate yapmayı felan biliyoruz:)
bi de abiciye bakıyoruz,
sabah 'cöccü' (gözlük) lerini veriyoruz,
kapıdan çıkarken 'üşüğsün üşüğsün' diye anne taklidiyle şapkasını takıp uğurluyoruz,
mini mini evsahipiği kısmını hiç saymıyorum,
nerden öğrenmiş bunları,
misafiri oturtma beni üstüne itip hoşgeldin dememi isteme,
(mümkünse öpmem gerekiyor!),
'anne çay', 'anne mama' emirleri,
hakeza masanın üstüne bir şey koyacak olsam hemen evdeki herkesi masaya toplama girişimi ve
yine 'anne çay' 'anne mama',
boşalan tabak bardakalrı anında farkedip bana verme vs.
dolayısıyla devamlı bir mesai,
ve bana da mesai yaptırma hali:)
konuşmamız henüz cümleler kıvamında değil,
en çok kullandığımız cümle 'hayı anne!',
bi de işaret parmağını sallayarak bana laf sayıyor,
ama ne diyor bilemiyoruz,
tek bildiğimiz sağlıklı bir çocuğa sahip olduğumuz için çok şükretmemiz gerektiği:))

Tuesday, January 31, 2012

soğuk



Hani sıkıntılı olup da neye sıkıldığınızı bile bilmediğiniz günler vardır,
böyle bir bezginlik halindeyim günlerdir,
hayat bir şekilde devam ediyor,
hergün yaptıklarımı yapıyorum,
ama işte üstündeki renk gitmiş gibi,
bu depresif hallerin güneşin ne zamandır hayatımızdan çıkmasıyla bir ilgisi vardır elbet,
hergün bir öncekinden daha soğuk bir güne uyanıyoruz bu günler,
bazen ne kadar yakarsak yakalım ısınamadığını hissediyoruz evin,
özellikle balkon kapıları bu kadar soğuğu kaldırmıyor olacaklar ki önlerinde ufak fırtınalar koparıyorlar,
ben de ufak fırtınalar koparmasam da ufak keyifler çıkarmaya çalışıyorum aile için,
akşam ne kadar geç biraraya gelirsem gelelim kestane yapıyoruz, mısır patlayoruz bir de üstüne earl grey çay demliyoruz ve bir film açıyoruz arşivden,
haftasonları da bir gün yerler ne kadar buz tutarsa tutsun sabah gözümüzü açar açmaz dışarı atıyoruz kendimizi ta ki akşam geç saatlere kadar,
bi de akşam çocuklar uyuduktan sonra kitap okumaya çalışıyorum,
sessizlik ve papatya çayı eşliğinde,
bazen de dün olduğu gibi Celal'le sohbet ediyoruz uykudan gözlerimiz acıyana kadar,
tabi İngiltere günlerindeki sohbetlerin yerinde yeller esiyor aman darlığından dolayı,
ama yine de arada hayatın hay huyunun sesini kapatıp birbirimizin sesini dinlemek iyi geliyor,
dediğim gibi hava soğuk,
ben pek bezginim bu günler,
ama baharda güzel olacağa benzer:)

Rana bu kadar:))

Kemal de bu kadar!