Friday, November 19, 2010

Onuncu Yilin Anisina..


Celal'le tanisali bugun itibariyle 10 yil oldu..
Ilk gunlerde kaleye giderdik arada,
Orada kaleye cikan yokusta,
alt kati antikaci, ust kati kafe orjinal bi yer vardi,
iste biz oranin mudavimiydik,
oyle cafcafli bir menusu falan yoktu ama hemen her denedigimiz sey lezzetli olurdu,
ozellikle krepleri ve caylari,
kucuk bir balkonu, balkonunda tahta bi masa vardi,
hava guzel olunca orada otururduk,
ankara manzarasi seyrederdik catilarin uzerinden,
hava soguyunca iceri demir sobanin basina gecerdik,
antikalarla, dantelli ortulerle dolu ev gibi bir yerdi,
iste orada, duvarda cercevelenmis uzun bir siir asiliydi,
zannederim bir kac seferden sonra farketmis,
okuyunca cok begenmistik,
bizim siirimiz olsun bu demistik,
uzun bir yolculugun baslarindaydik,
Celal durmaksizin konusuyordu,
Bana da israr ediyordu daha cok anlatmam icin kendimi,
Halbuki ben dusunuyordum,
Idealleri, hayalleri, dogrulari, yanlislari olan,
kocaman yurekli genc bi adam goruyordum karsimda,
iyi bir es olacagini dusunuyordum,
dusersem elimden tutacagini,
iyi bir baba olacagini dusunuyordum,
cocuklarina bir gun torunlarina uzun uzun hikayeler anlatacagini,
o hala beni tanima derdindeydi,
bense kararimi vermistim,
onu kendime yol arkadasi secmistim,
simdi onuncu yilimizda,
duse kalka geldigimiz yolun bu noktasinda durup arkama bakiyorum,
bi suru sey yasadik,
gulduk de, agladik da,
hic aklimiza gelmeyen seyler geldi basimiza,
mesela dort sene ingiltere hayalimizde bile degildi,
once havali bi oglumuz,
sonra neseli bi kizimiz oldu,
kucuk mutluluklarin buyuk mutluluklardan cok dana keyifli oldugunu anladik zamanla,
uzun kahvaltilar yaptik,
uzun yuruyusler,
uzun tartismalar,
ama simdi bakinca arkama,
sanki hem cok yol gelmisiz gibi,
hem de hala orada, o kafede,
o uzun siiri hatmeden,
bir genc kiz bir genc adam gibi,
o kadar canli hayalleri,
nice on yillara yol arkadasim..

Ve iste o siir,

Soluk Soluga


Hep yanildi ve yenilgilere ugradi
ama atildi yine de yeni serüvenlere
Vakti olmadi acilarin hesabini tutmaya
durup beklemeye, geri dönmelere vakti olmadi

Yanginlarla geçti ömrü ve hep yalnizdi
-ki onlar daima birer yalnizdirlar

Nerde dogmustu ve ne zaman kopup
gitmisti o kentten animsamiyor artik
Hangi sokaktaydi ilk sevgili ve halâ
sürüp gider mi ilk öpüsmenin esrikligi
Gizlice bulusmaya gelen ve ölürcesine
korkular geçiren o kiz nerdedir simdi
Sensiz olursam yasayamam diyen
o liseli kiz hangi kentte geldi
ve o sarisin
o afeti devran bekler mi hâlâ
atlas yataklara sererek yasamanin anlamini

Üsüten bir aciydi belki her ayrilik
her yolculuk yanginlarin basladigi yereydi
ama vakti olmadi hesabini tutmaya
asklarin, ayriliklarin ve anilarin
İstese de kalamazdi vakti gelince
geyik sesleri yankilaninca yamaçlarda
yürek burkulmasi ve hüzün ve keder
araliksiz doldururdu acilarin bohçasini
Dudaklarinda öpüslerin gül esmerligi
içinde kipirdanip durur ufuk çizgisi
Ay bile soguktur o zaman
bir buz parçasidir
Çaresiz çikilacaktir o yolculuklara
Ki bir ömrün karsiligidir serüvenler
Biraz da serüvendi yasamak
belki yatkindi büyük yolculuklara
ki serüvenler daima büyük asklar
ve büyük yolculuklarla baslar
Anilari, asklari ve bir kenti
birakip gidebilirdi apansiz
Apansiz baslardi yolculuklar
hangi saatinde olursa olsun günün
ve hep kar yagardi nedense
durmadan kar yagardi yol boyunca
ve nasilsa yok olup giderdi hüzün
kent görünmez olunca arkada
Ne bir veda sözcügü dökülürdü dudaklarinda
ne de dönüp bakardi geriye bir kez olsun

Ne zaman yollara düsse biterdi acilar
gül yüzlü sular fiskirirdi topragin karnindan
kavaklarsa oynak bir çingene kizi
her kipirdanisinda açiliverir uzun ince bacaklari
Mekân tutmak ve her aksam ayni ufukta
günesin batisini görmek ölümdür biraz
ölümdür biraz hep ayni yatakta
ayni kadinla seviserek sabaha varmak
Kitaplari hep ayni raflara siralamak
ayni esyayi kullanmak eskimektir biraz
soluk soluga yasamali insan
her sabah yeni bir seyler görebilmeli
ve cehenneme dönse de bütün bir ömür
mutlaka bir seyler degismeli her / gün

Ey o büyük yolculuklarin ürperten heycani
okyanus dalgalarinin sesleriyle dol bu ömre
ölüme ve aska durmadan kement atan
serüvenlerle geçsin yasamak

Buz tutmus bir dünya ortasinda
yollara düserdi
dolardi yüregine
çikarip atardi o zaman deli bir irmaga
ne kalmissa bir önceki serüvenden

Soluk soluga yasardi kentleri, asklari
baglanacak kadar kalmadi hiçbirinde
pervasiz bir acemi, bir çilgin
soyu tükenen bir bilgeydi belki

O yalniz kaybetmesini ögrendi ömründe
avucundan dökülen kum taneleriydi her sey
ne bir serseriydi ne de yilgin bir savasçi
ama kendi kafasiyla düsünen ve hakkinda
ölüm fermanlari çikarilan biriydi belki
Sevince deli gibi severdi
pervasiz severdi sevince
dövüsmek ancak ona yakisirdi
ona yakisirdi asklar ve yolculuklar
yoktu baglandigi herhangi bir sey
bulutlar gibi çekilip giderdi seslerin arasindan

Ne bilir ömrün degerini bir çilgin
yalnizca kendini yasamayi nerden bilebilir
ve basarisiz eylemler çaginda o
kaçabilir mi binlerce kez ölmekten

Yerlesik yargilari olmadi hiç
kurmadi güzel gelecek düsleri
nerde bir yangin, nerde tehlike
o mutlaka ordaydi birdenbire
Dinsizdi, özgür sayilirdi belki
ama baglanmadi özgürlüge de
Hiçbir yerde yeterinden çok kalmadi
beklemedi anilar sarnicinin dolmasini
sikayetsiz yasadi yasadigi her günü
yoktu yüreginde pismanliklarin izi
Ayrintilarin izi kalmamis artik
üst üste yasanmamis ayriliklar
ve bir bulut gibi siyrilip gidilmistir
daglarin, denizlerin üzerinden
Geride kalan ne varsa soluktur simdi
titreyen kandiller gibi sönmek üzeredir
(ve her yil biraz daha harabeye dönen
o eski konaklar gibidir anilar
gül bahçeleri, sessiz koru ve orman
yabanil otlar içinde kaybolur gider)
Belki bir saganak bosanir apansiz
yüzyillik bir yagmur baslar
ve sinsi bir hastaliga dönmeden aliskanliklar
yok olup gider her sey, belki kül olur
Hirçin bir okyanustur yürek
dar gelir ufuk ve mutludur çevreni
anilarsa birer çiban izidir
yasanmaz onlarin ölgün gölgesinde
Durgun bir su gibi akti mi yasamak
ve zaman uysal bir kisrak gibi dinginlesti mi
anisiz kalinmiyor artik ne yapilsa
kusatiyor yollari, aski ve ömrü
bekleyisleri kemiren çakal sesleri
Oysa bütün köprüler yakilmali ayriliklar vakti
ve herhangi bir seyle esit olmaksizin
yollara düsmeli habersiz ve sessiz
Çürük bir dis gibi kanirtip kentleri
dünyanin agzini kanlar içinde birakmali
Bir ömrün olgunlastiramayacagi
acemilikler toplami ve bir çilgin
boyun egmedi kendine bile
seçme zorunda kalmadi yasamayi

Nasil baglanmadiysa yere ve zamana
baglanmadi kendine de ömür boyu
daglara tirmanan atlar gibi
suluk soluga yasamak istedi dünyayi
bir sahan gibi bulutlara kurdu
dumanli sevdalarin yörük çadirini
siradan bir gezgin degildi hiç
dövüsür gibi yasadi yolculuklari
belki korkusuz sayilmazdi büsbütün
korkardi korkulara düsmekten zaman zaman

Ve bütün gemileri yakip
yollara düserdi o hep ayni islikla
mutlu muydu, hiç düsünmedi böyle seyleri
umutlardansa nefret etti daima

Hep yanildi ve yenilgilere ugradi
ama atildi yine de yeni serüvenlere

Pervasiz acemi, bir çilgin
soyu tükenen bir bilgeydi belki

Ama bir sey vardi yine de
basarisiz ihtilallerden kendine kalan

.........................................

Büyük asklar yolculuklarla baslar
ve serüvenciler düser bu yollara ancak

Onlar ki dünyanin son umudu
soylari tükenen birer çilgindirlar

Ne bir adresleri vardi onlarin yeryüzünde
ne de asktan baska bir siginaklari
Ama yasarlar dünyanin dört bir yaninda
ölümle alay ederler sanki

Nerde beklenirse ordaydilar
bir kez bile gecikmediler ömür boyu

Onlari daima yalniz kilan
neydi bu yasam denilen gürültüde

Her dilden bir adlari vardi onlarin
ama hiçbir ülkenin kimligini tasimadilar

Sarisindilar belki de esmer
yani birçok yüzün bileskesi

Ne altin arayicisidirlar
ne de aylak bir gezgin

Vurulup düsseler de her kusatmada
serüvencidir onlar ve hiç ölmezler

Ki onlar hep yalnizdir ve nasilsa
bulurlar heder olmanin bir yolunu

Onlar ki dünyada
kahraman olmaya mahkûmdurlar

Sislenen anilar kaldi bize onlardan
renkleri bozulup duran solgun anilar

Nasil yazilmali ki silinip gitmesin
bulutlar gibi çekilmesin gök bosluguna

Bilegi güçlü ve gözüpek avcilar miydi
Onlari kusatip yeryüzü cennetinden atan

Yoksa kendini tüketen hüzünler miydi
vurulup düstükçe isigini karartan

O serüvenlerin günlügü tutulmadi
yazilmadi o insanlarin destan siiri

Parça parça ettirilseler bir kartala
(ki sanirim böyle oldu sonlari)

Fiskirir yüreklerinden
Basarisiz ihtilallerin yanginlari

..............................................................

Dünyanin cesur uluslari yoktu, cesur insanlari vardi.
Onlar, askin ve hayatin havarileri, büyük
serüvencilerdi.
Onlar, bu ihtiyar cadinin maskesini parçalamak ve
yeryüzü denilen cenneti bize sunmak istediler. Bütün
ömürleri bu kavgayla geçti. Ne adlari vardi onlarin,
ne uluslari, ne dinleri ne de anitlari.

Ama biz onlar için ölüm fermanlari hazirlayip görkemli

mangalar kurduk. Savaslar açtik pespese. Kentleri ele
geçirip vahsi bir hayvan gibi avladik. Nerde
görülürse kursuna dizdik ve süslü kemerler yaptik
onlarin kafa derilerinden. Biz cellattik ve tarih
suratimiza tükürürken,
bir kez bile bagislanmayi istemedi onlar..

Derler ki, son büyük serüvenci yaralidir hâlâ...


p.s.

yazar: Ahmet Telli

Tuesday, November 16, 2010

Bayram Sekeri:))

Uzaklardan,

tum sevdiklerimize,

anne-babanizla, esinizle, cocugunuzla, cocuklarinizla,

nice guzel bayram sabahlarina uyanmaniz dilegiyle,,

Thursday, November 04, 2010

Mehmet Yigit Bey Bir Yasinda;)


Mehmet Yigit, Esra'nin biricik oglu,

gecen sene bugun almistik guzel haberini,

ama gormek kismet olmadi,

Uzaklarda dogdu Yigit oglan,

belki sadece yurtdisinda yasayanlarin anlayacagi tuhaf bir yalnizlik duygusu var,

kalabaliklarin icinde bile gecmeyen,

iste annesinin babasinin o yalnizliklarina care,

evlerinde minik bir arkadaslari oldu,

baya bir yordu onlari,

ama bu oyle bir duygu ki,

mesela uyutmak icin bin caba harcarsin,

uyur, bes dakika sonra ozlersin,

kizarsin, bes saniye sonra pisman olursun,

boyle bu,

tek gercek su ki,

o kucuk adam ya da kucuk hanim gelir,

hayatinizin bas kosesine kurulur,

ve siz buna bayilirsiniz:)

iyi ki dogdun Mehmet Yigit,

guzel, saglikli, uzun bir omrun olsun insallah!

Rana bu kadar:))

Kemal de bu kadar!