Monday, December 31, 2012

Mutlu Yıllar

Herkese güzel bir yıl diliyorum.

p.s. Sus bitkileri tanıtım grubu yeni yılımızı kutlamak için bu çiçeği göndermiş, görselimiz de oldu böylece:))

Monday, December 10, 2012

İngiltere ve PhD

Neredeyse iki sene önce yazmışım bu yazıyı. Taslaklarda kaybolmasına gönlüm razı olmadı. Hem de bir tür zamanda yolculuk yapmışım gibi hissettim:))

Uzun metrajli PhD'miz malumunuz. O nedenle 11 Aralık’ta savunmanın yapılması teklifini aldığımızda bir an bile düşünmedik, ya da sadece bir an düşündük ve evet gidelim dedik. Celal bir hafta on gün önce bir heyetle Ankara’ya gelmişti, sürpriz ziyaret hepimizi fazlasıyla mutlu etmişti ki işte bu haberle sevincimiz katlandı. Celal iznini uzattı ve hazırlıklara başladı, ben de organizasyonu ayarladım: uçak, otel vs. Tabi araya birkaç leisure activity de ekledim ama seyahatteki esas amacım eşime destek vermekti. 9’u öğlen saatlerinde Londra Stansted Havaalanına indik. Havaalanından çıkıp Londra merkeze giden Stansted Express trenine bindiğimiz sıralardaki duygularımızı ifade etmek güç. Memlekete dönmüş gibi olduk. Ve hatta böyle hissetmekten biraz rahatsız olduk. Ama gerçek buydu işte. Yaklaşık dört yıl yaşadığımız bu ülkeye tekrar gelmek, eski bir dostla ansızın karşılaşmak ve bir anda tüm hatıraların akla gelmesi gibi oldu. Trende dümdüz ovaların, küçük İngiliz tipi evlerin önümüzden geçip gitmesini izlerken treni servis görevlisi gelip ‘refreshment’ isteyip istemediğimizi sordu, çay ve muffin aldık, çocuğun güleryüzlülüğü, yaptığımız esprilere yine espri ile cevap vermesi çok hoşumuza gitti ve ikimizde aynı anda işte asıl özlediğimiz bu dedik. Bir şekilde hayatına dokunan insanlardan minimum beklediğin şey sana Güleryüz göstermeleri değil miydi? Sonuna merkeze ulaştık. İlk önce Oxford Street’e gittik. Oxford Street her zamanki gibi ışıklı ve kalabalıktı. Marks and Spencer’ın kafesinde oturduk biraz. Yine insanların birbirlerine güleryüz göstermeleri ama hiç rahatsız etmemeleri dikkatimizi çekti. Orada Zeynep’le konuştuk. Zeynep benim işyerinden arkadaşım, Londra’da görevli şimdi. Akşam ona veya bir diğer arkadaşın ailesine gitmeyi düşünmüştük. Sonunda Zeynep’e gidelim onu görelim dedik. Gitmeden bir de Thames’i kıyısında yürüyelim dedik. Christmas öncesi olduğu için baya kalabalıktı. Her yer ışıklandırılmıştı. Hatta büyük bir panayır kurulmuştu nehrin kenarına. Caroussel’i görünce Kemal burda olsaydı dedim yine. Gerçekten kısa süreli olduğu ve onun favori şehri Nottingham’ı göremeyeceğimiz için Kemal’i götürmedik ama hep andık burada olsa ne mutlu olurdu diye. Thames’da Strada’da yemek yedik. Bekleme kuyruğundaki bir on beş dakikadan sonra tabi.Yemek sonrası bu havada daha fazla dışarda kalmanın doğru olmayacağını düşünüp Zeynep’ten Adres alma vs. sonrasında kendimizi yine London Tube’un labirentlerine attık. Neyse ki kolay bulduk evi. Güzel bir semtte, yüksek tavanlı, sevimli bir evdi arkadaşımızın evi. Ama en sevimlisi oğluydu. Yarı Türkçe yarı İngilizce konuşan bu kuzuya bayıldık. O da Celal amcasına bayıldı. Tabi lunaparkla başlayı uçak olmayla devam eden oyunları etkili oldu bunda. Zeynep çok güzel ev sahipliği yaptı bize. Ertesi gün sabah ayrılırken onları anne-oğul orada bıraktığımıza üzüldük. O gün sabah Celal’in supervisor’ı ile görüşmesi vardı fakat ‘rush hour’a denk geldiğimizden geç kaldık. Sonunda okula ulaştığımızda Celal hocaya yollandı bende Essex’in kantinleriyle hasret giderdim. Görüşmeden sonra otelimize giriş yaptık. Wivenhoe House Oteli daha master yaparken göze koymuş bir gün yine gelirsek burada kalalım demiştim Celal’e. Gerçekten dışardan göründüğü kadar güzel bir otelmiş. Otele yerleştikten sonra geri döndük Celal hocayla ikinci görüşmesini yaptı. Bu görüşmeler savunma için çok faydalı oldu. Özellikle kendine güvenli olması ve structure’ını tartışmaya açmaması konusundaki tavsiyelerinin birebir etkisini gördü. Neyse görüşmeden sonra Colchester city center’a gidip fish&chips yiyelim dedik. Ne yazık ki bizim favori fish&chips mekanımız Debenhams’ın kafe’si kapalıydı. Tabi rotayı direk TK Max’a çevirdik. Bilmeyenler o da bir fish&chips çi diyecekler ama değil olan tamamen ‘big labels small prices’ olayı-ki açlığı bastırıyor bir şekilde, zaten klasik girer girmez dağılalım dedik, ben çok güzel çanta ve ayakkabılar buldum ama sonra şimdi yemek yiyelim, çalışalım, yarın defense’den sonra gelir alırız dedik. Neyse birşeyler atıştırdıktan sonra otele döndük. Zaten ertesi günkü defense stresi tüm ağırlığıyla üstümüze çökmüştü. Sabah otelde güzel bir kahvaltı yaptık ama gerçekten çok güzel bir kahvaltıydı. İnanılmaz güzel bir manzara eşliğinde sıkı bir kahvaltı. Sonra biraz daha çalışma ve sınav yerini bulmak üzere okulla yollanış. İşte ben de asıl stres o sıra başladı. Hani öss’de çocuğunu bekleyen anne-babalar vardır ya artık duygularını gayet iyi anlıyorum. O kapının önünde bittim resmen. Ne oluyor nasıl geçiyor iyi mi yoksa kötü mü diye. Sonunda dayanamayıp dışarı çıktım biraz Waterstones’u (kitapçı) dolaştım ama bir şey anladım diyemem. Geri döndüm bu sefer odayı bulamadım bi türlü, Essex’i bilenler bilir nasıl bir labirent olduğunu okulun. Neyse sonunda bulduğumda sınav başlayalı 2 saati baya geçmişti -ki bu maksimum süreydi. Bi ara kulağımı kapıya dayadım, o arada Celal’in bana karşıdan seslendiğini duydum, meğer 2 saat 15 dakika sonrasında çıkmışlar, içerde hocalar sonucu konuşuyorlarmış. Neyse sonuç pozitif: ‘pass with minor corrections’. Çok sevindik demek azımsamak olur gerçekten çok çok sevindik ve şükrettik bu günleri gördüğümüz için. Celal’in hocası sınav sonrası bir kahve içelim demişti beraber, onunla buluştuk. Dr Demir diye başladı söze o da. Bana ‘he will feel different now, he will realize the thing then, dont make him wander around, put him into bed, he needs to sleep over it’ dedi. Sürecin zorlu olduğunu ama sonucun gurur verici olduğunu söyledi. Biz böyle konuşurken zaman geçmiş tabi. Gittik otelden ayrıldık vs. derken city center’a gittiğimizde TK Max yeni kapanmıştı, şansımıza küsüp bari üçüncü güzergâhımıza gidelim dedik: Braintree Freeport. Braintree Freeport bizim defense ödülümüzdü. Bilenler bilir ama yeni başlayanlar için Braintree Freeport tam bir alışveriş cennetidir. Öyle ki oradan sonra bir Türkiye’de uzun süre alışveriş yapamadım. Aynı hatta daha iyi markaların %80 daha ucuza alınabildiğini bilince alamıyordunuz kısaca. Sonuçta akşam buz gibi bir havada Braintree Freeport Premier Inn Hotel’e giriş yaptık. Buraya kadar eksiksiz işleyen organizasyonum burada kesintiye uğradı çünkü iki otel rezervasyonuna ayın 10’una yapmışım. Tekrar oda ayırttık mecburen. Akşam yemeğini o yakınlarda olan Franky and Benny’s de yiyelim dedik. Restaurant’a varana kadar donduğumuzdan yani ben donduğumuzdan çünkü celal tam anlamıyla kar kıyafetleriyle gelmiş akıllık ederek- bir daha çıkmak sitemedik. Yemekler, çaylar derken, sıcak, çocuklar yok, dolayısıyla erken kalkma endişesi yok, oturduk da oturduk. A bir de o gün arak arakaya doğumgünleri vardı mekanda ‘happy birthday.. congratulations’ müzikleri ardarada çaldı durdu. Biz özellikle congratulations bölümünü kendimize algıladık, böylece doktoranın şerefine de ufak bir kutlama yapmış olduk. Ertesi gün sabah on itibariyle akşam bitiremeyip paket yaptırdığımız margarita pizzamızı çayla kahvaltı niyetine yiyip Freeport’un kapısında bittik. Sonrası malum, ben bu Freeport’a gelip de tamam heryere baktık, şimdi bi oturup da kahve içelim falan dediğimizi hatırlamıyorum zaten, hep mağazalar kapanana kadar koşturur dururuz. Bu sefer bir de erken ayrılmamız gerektiğinden koşturduk işte, ben GAP’in %60 indiriminde oyalandım baya, bir de Clarks’ın çanta bölümünde, Celal kendine pek bi şey almadı, daha çok hediye işlerine verdi kendini. Neyse o akşamki planımız saat 2.5 gibi ordan ayrılıp trenle Colchester’a dönüp orda arkadaşların bir kaç siparişini de alıp Felixstove’daki bir arkadaşımıza uğrayıp oradan da 23.30’da uçmak üzere havaalanına gitmekti. 3.5 gibi ancak gittik istasyona fakat fazlaca boştu istasyon. Sonradan anladık ki o gün buzlanma nedeniyle bir sürü iptal olmuş trenlerde, bir saate yakın tren bekledik ama ne bekleme. Hiç bu kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum, özellikle ayaklarım buz tuttu resmen. Celal benim titrememden o kadar endişelendi ki bir ara montunu verdi bana. Sonunda tren geldi fakat bir Colchester’a gidersek yetişemiyeceğimizi anladık, dolayısıyla arkadaşla konuşup rotayı Ipswich’e çevirdik, o da bizi ordan arabayla aldı. Eve vardığımızda ayaklarım birer buz kütlesine dönmüştü. Harun-Katy çifti bizi herzamanki misafirperverlikleriyle karşıladı, güzel bir yemek yedik, inanılmaz ama çocuklar da bize piyano, keman ve arp çaldılar. Henüz altı ve sekiz yaşlarındalar bu arada. Neyse biraz ısındıktan cheese and cracker platter eşliğinde çayımızı içip tam kendimize gelmeye başlamıştık ki kalkış zamanı geldi. Havaalanının yolunu tuttuk. Havaalanında kontrollerde biraz sıkıldık, hem yorgunluk hem gereksiz formaliteler. Uçağa binince direk uyuduk ilk birkaç saat. İstanbul’a sabahın beşinde indik, lezzetsiz bir çorba içip, banklarda biraz süründükten sonra da Ankara uçağına bindik. Gider uyuruz derken, dayanamayıp çocukların yanına gittik. Rana kuzu bir mutlu oldu bizi görünce. Evde pervane gibi döndü durdu. Rana ışıklı ve ‘pembe’ spor ayakkabılarını, Kemal Liverpool formasını çok beğendi. Çok şükür bu doktora macerası da böylece sona erdi. Acaba 16-17 Temmuz’da mezuniyete ailecek mi gitsek diye düşünmeye başladık bu arada..

Rana bu kadar:))

Kemal de bu kadar!